İmam-ı Rabbânî (ks)

İmam-ı Rabbânî (ks)

İmam-ı Rabbanî (K.S.), Allah’ın peygamberleri gibi tebliğ ve irşad davası uğrunda her cefaya katlanmış ama ümitsizlik girdabına asla düşmemiştir. Çünkü ümit ebediyetin sesidir. O da hep o sesi duyarak yaşamıştı. Çünkü ümit, nimet ve rahmeti sonsuz olan Alemlerin Rabbi’nden kalbe akan yaşama, yaşatma, vuslat ve ebedi bahtiyarlık beklentisidir. Yoksa yokluğa mahkum bir dünyanın fani hayatından umulanlar değil...

İmam Rabbani (K.S.) Hazretleri, asırların az yetiştirdiği müstesna alimlerden, kamil ve mükemmel mürşidlerden birisidir.
O, insanlığı şirk ve küfür bataklıklarından kurtarmak, dünya hayatının zindanlarından ahiret hayatının hürriyetine, sonsuzluk nuruna çağırmak için Allah Tealâ’nın gönderdiği peygamberlerin ulvi davasını omuzlarında taşıyan müstesna bir şahsiyetti. Üstelik o davayı Hindistan’ın o karmaşık, bulanık ve bid’atçi coğrafyasında zafere götüren bir şahsiyet.
Bütün mürşid-i kamiller gibi o da, gönüllere muhabbetullah ile birlikte şevk ve ümit tohumları ekmiş, ilahî feyizlerle de sulamıştır.
Gönüllerin Fethi
Tarih boyunca ülkeler iki türlü fethedilmiştir: Birincisi; kaba, imansız, fikirsiz, haksız ve zalim kuvvetlerle; ikincisi de, gönüllerin fethi ile. Yani adaletin, hakkın, muhabbetullah’ın o eşsiz zevkini tattırmakla, gönülleri Allah’a bağlamakla.., Artık bu usülle gönülleri fethedilen insaniyet, vatanlarıyla, mal ve evlatlarıyla, yani bütün varlıklarıyla o fetih askerlerine teslim olurlar. Allah’ın sevdiği fetih de işte budur.
Bütün peygamberlerin ve velilerin fetihleri, tarih boyunca hep böyle olmuştur. İslâm fatihlerinin gözü, kupkuru bir coğrafyaya dikilmemiştir. Onların gözleri gönül ülkelerindedir. Onlar kalpleri fethedip, muhabbetullaha ve marifetullaha vatan yapma sevdasındadırlar. Onlar hakkı önce sinelere, sonra da beldelere hakim kılmak için çabalarlar. Böylece hem gönüller, hem de beldeler hakka ve adalete mübarek bir vatan olur.
İşte İmam Rabbani Hazretleri de irşad ve fütuhat hayatında böyle bir peygamberî usül icra etmiştir. Hindistan’ı saran, dinî hayatı bozup bulandıran bid’atçı akımları, sahabi düşmanlığını, şirki ve batıl tasavufu sinelerden kazımış; gönülleri dosdoğru yolun saf ve berrak, temiz ve temizleyen feyziyle yıkamıştır.
Bu yolda düşmanlarının hilekârlığı, iftiralar ve zindanlar onun ümidini asla eksiltmemiş, aksine ümidini besleyen kaynaklar haline gelmiştir.
Çileler ve Sabır Meyveleri
Bu büyük imamın hizmetlerinin tesirini gören Ehl-i Sünnet düşmanları, bid’atlerinin kuvvetli ve ikna edici delillerle yok edildiğini gördüklerinde iftiralara başladılar. Jurnalciliğe sığındılar. Asrımıza kadar onun feyzini taşıyan meşayih-i kiramı yetiştiren bu tasavvuf önderine, evliya münkirciliği iftirasını bile attılar. Fakat onun ümitvar gayretleri, bu tuzakları da işlemez hale getirdi.

Devrin Hindistan hükümdarı Selim Cihangir Han’ın veziri ve baş müftüsü Ehl-i Sünnet yolunun düşmanı kimselerdi. İmam Rabbani Hazretleri (K.S.) ise mektuplarında ve ayrıca yazdığı Redd-i Revafid risalesinde Sahabe-i Kiram düşmanlarını reddetmekte, onların cahil, alçak ve ahmak olduklarını anlatmaktaydı. İmam-ı Rabbani bu risaleyi Özbek hükümdarı Abdullah-ı Cengizî Han’a yollamıştı. “Bunu İran Şahı Abbas-ı Safevî’ye gösterin! Kabul ederse ne alâ... Etmezse onunla harp caiz olur.” demişti. İran Şahı bunu kabul etmedi. Bunun üzerine harp oldu. Abdullah Han, Herat’ı ve Horasan’daki şehirleri aldı.
İşte bundan sonra Hindistan’daki sapık gruplar ve Ashab-ı kiram düşmanları el ele verdiler. Selim Cihangir Han’a gidip İmam-ı Rabbani Hazretleri hakkında çeşitli iftiralarda bulunarak O’nu şikayet ettiler. Sultan, oğlu Şah Cihan’ı gönderip, İmam-ı Rabbani Hazretleri’ni, evlatlarını ve yetiştirdiği talebelerini çağırıp hepsini öldürmeye karar verdi. Bunun üzerine Şah Cihan bir müftü ile İmam’ın yanına gitti. Sultan’a secdenin caiz olduğunu gösteren bir fetvayı da götürdü. “Babama secde edersen seni kurtarabilirim.” dedi. Bunun üzerine İmam-ı Rabbani Hazretleri bu fetvaya kıymet vermedi. Ecel gelince ölümden hiç kimsenin kaçamayacağını söyledi ve secde etmeyi kabul etmedi. Çocuklarını ve talebelerini bırakıp, Sultan’a yalnız gitti. Kendisine yapılan iftiralara karşı Sultan’a o kadar güzel ve ikna edici cevaplar verdi ki, Sultan yüksek hakikatleri anlayabilecek birisi olmadığı halde onu serbest bırakıp özür diledi.
Fakat bu sefer, “İmamın Hindistan’da tesiri çoktur. Bir gün saltanata karşı ayaklanabilir.” diye Sultan’ın fikrini yeniden çeldiler. Bunun üzerine sultan onun memleketinin en sağlam ve korkunç kalesi olan Güvalyar kalesine hapsettirdi.
Bu hadiseye çok üzülen talebeleri, Sultan’a isyan etmek istediler. Bunu yapabilecek güçte olmalarına rağmen, İmam-ı Rabbani Hazretleri manevi tasarrufla rüyalarında ve uyanık iken, onları bu işten men etti. Sultan’a hayır dualar edip, “Sultan’ı incitmek, bütün insanlara zarar verir.” buyurdu. Kendisi de Sultan’a hep hayır dua ediyordu.

Sultan’ın veziri İmam-ı Rabbani Hazretleri’ne düşman olduğundan, zindanda başına kardeşini tayin etmiş ve ona çok şiddetli davranmasını emretmişti. Bu görevli ise, İmam-ı Rabbani Hazretleri’nde gördüğü çeşitli kerametlerin yanı sıra, üzüntü yerine ümit, karamsarlık yerine sabır ve neşe bulunca tevbe etti. Ehl-i Sünnet yolunu seçti ve onun halis talebelerinden biri oldu. Ayrıca hapis bulunan binlerce kafir, onun sohbetleri ile İslâm’la şereflendiler. Bir çok günahkar tövbe etti... Hatta bazıları yüksek mertebede alim bile oldular. İmam-ı Rabbani Hazretleri’nin tam üç yıllık hapis hayatından sonra Sultan yaptığına pişman oldu. O’nu hapisten çıkarıp, ikram ve ihsanlarda bulundu. Sonra da O’nun halis talebelerinden ve sadık dostlarından biri oldu.
Karamsarlık Mümine Yakışmaz
Fakat din ve tebliğde ham olanlar, insanların ilk tavır ve istikametlerindeki bozukluklara bakarak, onların hidayetinden hemen ümit keserler. Düştüğümüz çileler, uğradığımız musibetler, çoğumuzu hemen ümitsizliğe sürükler. Gönlümüzde ışıyıp durmakta olan ümit kandilleri, en küçük esintiyle hemen sönüverir.

Oysa Allah’ın Sevgili Peygamberi (A.S.), kız çocuklarını diri diri toprağa gömen, hatta o masum yavrucukları oklarına hedef tahtası yapıp, kaşına gözüne ve kalbine nişan alan merhametsiz, taş yürekli ve cahil bir topluluğun hidayetinden bile ümit kesmemişti. Kendisini yaralayanlara: “Allah’ım kavmimi affet, onlar bilmiyorlar” diye dua ediyordu.

Çoğumuz, tül kadar ince bir karanlığın ardındaki ümit şafağını bekleyemezken, sonuçta bizim gibi bir insan olan o rabbanî alim, Hindistan’ın bu ilk bakışta hiç ümit vaadetmeyen halinden dolayı ümitsizliği kalbine asla sokmamıştı. İlahî davanın tebliği ve insanların ıslahı için, zaman, mekân ve imkana bakmaksızın ümide sarılmış, ezelde omuzladığı emanetin hakkını ifa etmeye var gücü ile gayret etmişti. Olumsuzluklara küfretmemiş, bedduaya asla başvurmamış, karanlıkların sinesinde bir şafak olup, kalplerde ışıldama gayreti göstermişti. Ve işte bu yüzden düştüğü zindan, nura dönüşmüştü...

Evet... Bakıldıklarında Allah’ı hatırlatan, sohbetleriyle gönüllerde Allah aşkını yakan, kalpleri fani alemden çözerek Allah’a bağlayan, en zorlu zamanlarda bile karamsarlık yerine gönüllere ümit tohumları eken Hak erleri, bütün bir insanlığın ümitlerini de boşluktan, yok oluştan ebediyyete bağlarlar.

Bugün için bize düşen de, İmam-ı Rabbani Hazretleri gibi karamsarlıklarımızı, güneşin gökyüzünden karanlıkları kovduğu gibi gönüllerimizden kovup ümide sarılmak. Başımızı kaldırıp, imanımızın bizden istediği vazifelerimize yapışmak. Çünkü ümidin kaynağı imandır.  Yeisin kaynağı ise küfürdür. İnkârcı insan batıla bel bağlamıştır. Çölde su zannedip, seraba koşan bir yolcu gibidir. Zira Yüce Rabbimiz, Yakup Aleyhisselam’ın dilinden buyurmakta ki: “Gidin de Yusuf’u ve kardeşlerini iyice araştırın Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.” (Yusuf/87)

Ve biz; inanıyorsak, Hakk’a bağlıysak, ümitlerimizi niçin yitirelim?

(Semerkand Dergisi-Cemil Mollahanoğlu)

 

 

Bugün 13956 ziyaretçi (18983 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol